7 Kasım 2013 Perşembe

10.10.2010


"Çarpımı bin eden bir tarihte bin bir sevinç yaşatarak doktorun Aktuğ Ertekin'in yardımıyla getirdi anneciğin seni dünyaya...." diye başlayan bir İlk Söz mektubu hediye etmişti hastane yönetimi taburcu esnasında. Nasıl hoşuma gitmişti bu ifade ve nasıl duygulanmıştım dün gibi hatırımda...
"Sağlıkla sevgiyle büyüsün Ela bebek, Ela barışçıl demek, onun da yaşamı barış, huzur, mutlulukla dolu bir masal gibi olsun." diyerek de sonlanıyor mektup. Çok özen gösterip ve severek seçip sana verdiğimiz isminin böyle de anlamlı bir açıklaması daha olduğunu da yine bu mektup ile öğrendik.

İsminin manasının hakkını veren, insanlarla, doğa ve hayvanlarla kısaca hayatla barışık güzel Ela'm 3 yaşını doldurdu. Artık resmen bebeklik çağını bitirdi ve çocukluk çağına adım attı. Geçtiğimiz 3 sene içerisinde birlikte büyüdüğümüzü, en az ona öğrettiklerim kadar ondan öğrendiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Bir arkadaşım bir sohbetimizde şöyle demişti; "Bence en iyi kariyer iyi bir anne olabilmek". Bu hayatta yaptığım en özel, en kıymetli ve en iyi projem Ela'dır diye düşünerek can-ı gönülden katılıyorum arkadaşıma.

Kariyerimde zirvenin basamaklarını, Ela'nın doğumgünü partisi için hazırladığım Sütsüz, Yumurtasız, Buğday Unsuz pasta ile nasıl tırmandığım da bu yazımın konusu :)

Çekirdek aile kadromuz ile yapılan mini kutlama yemeğinin mönüsü elbette Ela için uygun olan yiyeceklerden oluşturuldu. Tavuklu pilav ve patates kızartması neredeyse her çocuğun favori yemek seçimi olsa da bizim masa da ancak yardımcı role uygun görüldüler. Başrolü ise elbette doğumgünü pastası kaptı!


Benim seçimim bu setten yana oldu
Günlerce nasıl yaparımı düşündükten sonra, son dönemde çok popüler hale gelen kat kat servis tabaklarına dizilmiş olan her birine ayrı mum dikilen cupcake (muffin) pastalar ilham kaynağım oldu.  Önce internetten süslü kağıt kaplama ile yapılmış temalı muffin standı seti satın aldım.
İnternet üzerinde birçok online satış yapılan sitede böyle setler ya da tekil süslü kağıt kaplama standlar bulmak mümkün. Özellikle yabancı siteler ürün çeşitliliği açısından oldukça geniş bir yelpaze sunuyor. Eşinin görevi gereği çoluk çocuk 3-4 sene İsveç'de yaşayan kuzenimin söylediği "İsveç'te çocuğunun doğumgünü için pastaneden gidip pasta alınmasını insanlar oldukça ayıp addediyor, herkes pastasını kendisi yapıyor" cümlesi kulaklarımda çınladı siteleri incelerken. Bu en can alıcı kısım tamamlandıktan sonra sıra o muffin kaplarını nasıl ve ne ile dolduracağıma karar vermeye geldi ki burada da imdadıma mısır ekmeği tarifim yetişti :)

Pasta denilince bir çocuğun aklına elbette tatlı, çikolata ve dolayısıyla kakao gelir. Öncelikle belirtmeliyim ki; Dikkat! Bazı bünyeler için kakao oldukça alerjen bir besin maddesi olabilir!
Dolayısıyla eğer çocuğunuzun kakaoya hassasiyeti varsa ya da bu konuda bir fikriniz yoksa takip edecek olan tarifi dikkate almayınız.

Muffin kaplarının bir kısmını mısır ekmeği bir kısmını da kakaolu kek ile doldurmaya karar verdim. Böylelikle hem renkli bir görüntü elde edecek hem de alternatifli bir pasta sunumu yapacaktım. Kafamda bazı malzemeleri bir araya getirerek kabaca bir tarif elde etmiştim, ancak internette araştırma yaparken karşıma çıkan şu blog ve tarif  için blog yazarına ne kadar teşekkür etsem azdır :) Her ne kadar birebir tarifin aynısını uygulamamış ve Ela'ya uyarlamış olsam da sonucun başarılı olduğunu söyleyebilirim. Buyrun bu da tarifin son hâli;

Malzemeler:

1/2 su bardağı pirinç unu
1,5 su bardağı üzüm pekmezi
4 yemek kaşığı kakao
1/2 çay kaşığı tuz
1 su bardağı su
1/4 su bardağı zeytinyağı

Yapılışı:

Tüm malzemeyi derin bir kap içerisinde hiç topak kalmayacak şekilde iyice karıştırın. Karışımı muffin kaplarına bölüştürün ve 175 derece fırında kürdanla kontrol ederek pişirin-yaklaşık 20 dakika sürüyor. 

Pastanın son hâli bence görülmeye değer, kendi pastasını üfleyip kendi pastasından yiyebilen Ela'nın heyecanı ve sevinci ise pahabiçilemez idi!


14 Eylül 2013 Cumartesi

Patlamış mı, Haşlanmış mı, Ekmeği mi? Bizce Hepsi!

Mısır sevmeyen çocuk var mıdır? Ben mısır sevmeyen bir çocuğu hiç görmemiş olmakla birlikte etrafımdaki çoğu yetişkinin de mısırı hangi formda olursa olsun aynı bir çocuk iştahı ve sevinciyle tükettiğini söyleyebilirim. Ela aşağıda açıklayacağım nedenlerden ötürü mısırla biraz geç tanışmak zorunda kaldı, ve yer yemez o da tüm çocuklar gibi bağımlısı oldu :)
Daha önceki yazılarımda Ela'nın buğday alerjisi olduğundan bahsetmiştim. Birçok insan bunu çölyak hastalığı ile benzetip karıştırıyor ancak ikisi birbirinden biraz farklı rahatsızlıklardır. Çölyak hastalığında; Glutensiz/Gluten Free denilen beslenme şekli çoğunlukla yeterli olabiliyor. Gluten; bitkisel bir protein olup raf ömrünü uzatıcı, kabartıcı ve nem tutucu özelliklere sahip olduğundan hazır gıdalarda sıklıkla kullanılıyor. Market ürünlerinin yaklaşık yüzde 80'inin gluten içerdiği düşünüldüğünde aslında glutensiz beslenmenin ne kadar zor olduğunu tahmin edebilirsiniz. Yine de günümüzde neredeyse hemen hemen her büyük markette Glutensiz/Gluten Free reyonları ve bu reyonlarda çok çeşitli hazır gıda alternatifleri bulunabiliyor. 
Söz konusu buğday alerjisi olduğunda ise gluten ile birlikte buğday ve buğdayın bütün türevlerinden de itina ile uzak durmak gerekiyor. Buğday ve türevleri dediğimizde uzak durulması gereken başlıca besin maddelerini şöyle sıralayabiliriz; un (çavdar, yulaf, arpa, kepek, durum buğdayı), kahvaltılık tahıllar ve gevrekler, makarna, kuskus, erişte, şehriye, bulgur, irmik, ekmek çeşitleri, nişasta, hazır bisküvi ve krakerler, ev yapımı poğaça, börek ve çörekler... Liste ne yazık ki oldukça kabarık.
Biz, deneyip alerji açısından güvenli olduğundan emin olduktan sonra, Ela için uzunca bir süre pirinç unu kullandık. Pirinç unu kullanarak meyveli muhallebi (sütsüz, su ile) ve bir takım kek pişirme denemelerimiz oldu. Mahrum kalınan besinleri düşündüğünüzde bunlar çok da yeterli alternatifler değildi. Mısır ununun, buğday ununa karşı pirinç unundan daha iyi bir alternatif olması hep aklımızda olmasına rağmen, yüksek riskli bir alerjen besin olarak bilindiğinden, yaklaşık 2 yaşına kadar bu mısır unundan uzak durduk. Bu noktada dikkat; mısır alerjen bir besindir, buğday alerjisi olan çocukların bir kısmı mısıra karşı da alerji geliştirmiş olabilirler. Bu nedenle tüketiminin son derece dikkatle ve doktor tavsiyesi ile yapılması gerekebilir.
 
Kışın patlatıp, yazın da haşlayıp yediğimiz mısırın sağlık üzerinde de bir çok olumlu etkisinin olduğunu ve hatta Karadeniz yöresi insanlarının kanlı canlı ve enerjik yapılarının mısır tüketiminin fazla olmasından kaynaklandığını hep duymuşuzdur. Tam bir vitamin deposu olan mısır B1, B5, B3 ve C vitamini açısından zengin olmakla birlikte iyi bir lif ve magnezyum kaynağıdır.
 
Artık mısır bizim evimizde de hem Ela hem de bizler için hayat kurtarıcı ve leziz, üstelik de sağlıklı bir besin kaynağı halinde çok farklı formlarda tüketiliyor. Patlamış ve haşlanmış mısır ile abur cubur yiyecek kontenjanımıza hem lezzetli hem de sağlıklı alternatifler eklemiş olduk. En iyi buluşumuz ise teflon tavada mısır ekmeği oldu :) Aşağıda tarifini bulabileceğiniz mısır ekmeğini Ela'nın ekmek, poğaça, tuzlu çörek ihtiyacı için farklı form ve şekillerde pişirip kullanıyoruz. Maaile beğenerek yiyoruz dersem ne kadar leziz olduğunu anlatmış olurum sanırım.
 
Malzemeler: -bu tarif inek sütü ve buğday alerjisi gözönüne alınarak oluşturulmuştur- 
2 su bardağı mısır unu (bize en doğalı ve hasını Rize'den getiren Beyhan Teyzemize bin teşekkür)
3 su bardağı su
1/2 tatlı kaşığı tuz
1 tatlı kaşığı üzüm pekmezi
2 yemek kaşığı sızma zeytinyağı
Hazırlanışı:
Tüm malzemeler derin bir kapta karıştırılıp kekten biraz daha akışkan bir sıvı karışım elde edilir. Altını yağladığınız borcama dökerek fırında veya yağ döktüğünüz teflon tavada altını üstünü çevirerek pişirilir. Kapağı açık ve ağır ateşte pişirilmelidir.
 
Tavada pişirilen bizce çok daha lezzetli oluyor! Mısır unu ile yaptığım tavuk köftesinin reklamını da şimdi buradan yapıp, ilerleyen günlerdeki yazılarımda bu tarifi de paylaşacağımı bildiririm.

3 Eylül 2013 Salı

Evdeki Tehlike

Annelik fazla tedbirli olmayı fazla tedbirli olmak ise hafif paranoyalı bir delilik halini beraberinde getiriyor sanki.. Oyun parkına gidildiğinde; kaydırak güvenli mi, salıncak sağlam mı, restoranda; aman o sandalyeden düşmesin, sokakta; ayağı takılmasın, araba yoluna kaçmasın diye diye içsel bir dürtüyle kartal gözleri ve keskin kulakları ile radarları her daim açık şekilde gezen kaç anneyiz desem epey bir yandaş toplarım diye düşünüyorum J
Benim için bu tedbir durumunun bir de alerji bacağı var ki, işte o zaman annelik paranoya seviyem Nirvana’ya ulaşıyor!

Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi, Ela’nın alerjik hassasiyeti; ilgili besin maddesinin değil kendisi, sadece bulaşığı ile teması halinde dahi alerjik atak geçirtebilecek seviyede. Hal böyle olunca, onun temas ettiği ya da ona temas eden canlı ve cansız herşey bizim gözümüzde potansiyel bir tehlike unsuru haline geliyor. Böyle düşünüldüğünde, Ela’nın ve dolayısıyla bizlerin yaşantısı çok zor ve ciddi anlamda kısıtlanmış olmalı gibi gözüküyor. Ancak, aldığımız ve hayatımızda artık bir rutin haline gelmiş önlemler dizisi ile yaşamak o kadar da zor ve sıkıntılı değil.
 
Bir evin içerisi düşünüldüğünde, en çok özen gösterilmesi gereken yaşam alanı bence mutfaktır. Besin maddelerinin yuvası mutfak olunca zaten bu kaçınılmaz bir durum oluyor. Hemen hemen her çocuğun kendine ait cicili bicili tabak, bardak ve çatal kaşık seti vardır. Besin alerjisi olan bir çocuğun ise mutlaka -yalnızca kendisinin kullandığı- bir yemek seti, bardağı, hatta tencere ve tavasıyla pişirme seti olmalıdır. Bu gereçler için; eğer elde yıkanacaksa ayrı bir sünger kullanılması ya da bulaşık makinesinde yüksek ısıda yıkanması besin bulaşması riskini ortadan kaldıracaktır. Bilindiği üzere bazı besin maddeleri, örneğin yumurta, piştikten sonra oldukça zor temizlenen bir gıdadır. Bu nedenle, daha önce omlet pişirilmiş bir tavada yumurta alerjisi olan bir çocuk için yemek hazırlamak oldukça riskli bir hareket olabilir. Bu gibi ihtimalleri ortadan kaldırmanın en güvenli yolu ise bizim yaptığımız gibi ayrı mutfak gereçleri kullanmaktan geçiyor.

Mutfaktaki riskler ne yazık ki sadece kullanılan gereçlerle sınırlı değil.. Yemek yaparken elim kirli bir şekilde tutmuş olabilirim diye düşünerek dolap kulplarını, buzdolabı kapağını, bulaşık makinesi ve fırın kulplarını, yemek masasını ve tezgahı mutfaktaki işim bittikten sonra her seferinde ıslak mendil ile dezenfekte ediyorum. Ela’nın fiziksel gelişiminin ona sağladığı erişim kolaylığı kadar, yaşı gereği oynamaya başladığı taklit oyunlarının da (temizlik yapmak, ütü yapmak, yemek yapmak ki tüm bunlar içerisinde favorisidir) bu paranoyamda rolü var.

Sadece mutfak ile sınırlı kalmayarak evin hiçbir yerinde alerjen besinleri erişilebilecek şekilde ortada bırakmıyoruz. Kontrolsüz döküntü, saçıntıya karşı asla yatak odalarımızda yemek yemiyoruz. Yemek esnasında ve sonrasında el-ağız temizliği yapmadan Ela’yı öpüp koklamıyor, onun eşyalarına ve oyuncaklarına temas etmiyoruz. Sofrada kırıntıları kontrol altında tutuyor, yere dökülmesine engel oluyoruz. Aslına bakarsanız besin alerjisi bizleri olduğumuzdan da titiz ve düzenli yaptı.
 
Çocuğun yaşının bizde olduğu gibi küçük olduğu hallerde, kendi özel durumunu anlayabilmesini ve kendi kendini tehlikelerden korumasını beklemek mümkün değil. Dolayısıyla da tüm bu önlemleri ev halkının benimseyip uygulamaya geçirmesi harika, ancak yeterli değil! Ev içerisinde oluşturduğunuz koruma zincirinin tamamlanabilmesi için, evinize sık gidip gelen akraba ve arkadaşlarınıza da kısa ve net bir bilgilendirme yapmalı ve onlardan da bu önlemleri yerine getirmelerini beklemelisiniz. İçlerinde durumu sizin kadar ciddiye almayanlar ya da önlemlerinizi aşırı bulanlar olabilir. Yine de yılmayın. Çünkü yaşamadan ciddiyetinin anlaşılması zor bir durum ile başediyorsunuz. Tavsiyem, tedbiri de kontrolü de asla elden bırakmayın ve büyüklerimizin deyimi ile “eşşeğinizi hep sağlam kazığa bağlayın”.

30 Ağustos 2013 Cuma

Yaşasın Badem Sütü!

İnek Sütü alerjisi çocuklar arasında en yaygın olan, daha doğrusu en çok duyulan besin alerjisi türüdür. Aslında inek sütü deyip hafife almamak gerekir çünkü bu maddeye alerjik olmanız halinde uzak durmanız gereken besinlerin listesi bir hayli kabarıktır; süt, peynir, yoğurt, ayran, dondurma, tereyağı, sütlü tatlılar, bilumum ev yapımı veya hazır poğaça, börek, çörek, kek, vb... Hatta market reyonlarından abur cubur raflarına dizilen çikolata, gofret, cips, kraker gibi ürünlerin etiketlerini incelediğinizde, içindekiler bölümünde; peynir altı suyu, laktoz, süt tozu gibi ifadeler yer alıyorsa bu ürünlerden de itina ile uzak durmanız gerekecektir. İşi daha da ileri boyuta taşıyarak bazı inek sütü alerjisi olan çocukların dana etine karşı da hassasiyet göstererek alerjik olduklarını söyleyebilirim ve Ela da ne yazık ki bu gruba dahil.
Bu gibi durumlarda beslenme alternatifi olarak çocuklara keçi sütü, peyniri ve eti önerilmekte olup bu gibi ürünler artık birçok markette rahatlıkla bulunabiliyor. Burada dikkat edilmesi gereken nokta; çapraz reaksiyon riskinin var olup olmadığı. Çapraz reaksiyon; yapı bakımından birbirine benzeyen bazı besin maddelerine karşı, bağışıklık sisteminin verdiği benzer reaksiyondur. Dana eti, keçi eti, kuzu eti birbirleriyle protein yapıları nedeniyle benzeşiyor oldukları için biz bu sevimli hayvanların hiçbirinin etinden, sütünden ve yününden faydalanamaz haldeyiz :)
Süt ve süt ürünlerinden sağlayamadığımız kalsiyum ve protein açığımızı kapatabilmek için 6 aylıktan beri doktor tavsiyesi ile meşhur Neocate mamayı kullanıyoruz. Bu mamayı kutusunda tarif edildiği üzere formül süt şeklinde hazırlayıp kullanabileceğiniz gibi çocuğun yediği sebze ve meyve pürelerine veya çorbalarına da karıştırabiliyorsunuz. Bu toz mamanın gerek kokusu gerekse tadı bence berbat olduğu için, direk suyla karıştırıp vermek yerine yiyeceklere karıştırmanızı tavsiye ederim. Doktorunuzun reçete ettiği ölçü ve sürede bu gıda takviyesini kullanmanıza gerek olursa, rapor çıkartmanız takdirinde çocuk 1 yaşına gelene kadar devlet mamanın ücretini karşılıyor. 
Neocate'i çaktırmadan yemeğine katmak da, türlü sofra numaraları çekmek de kesinlikle bebekliklerinde çok daha kolay, zira zamane çocuğu kanmıyor :) Bebekliğinde sütün varlığından, ne olduğundan bile haberi olmayan Ela bu sene serpilip akıllandıkça gerek kuzeni içerken gördüğünden gerekse televizyonda "çok taze süüüüüt" diye şarkı söyleyen ineklere hayran olduğundan ille süt içeceğim diye tutturdu. Yerine koyduğum taze sıkılmış portakal suyu gibi alternatifler de renk uyuşmazlığından sınıfta kalınca iş başa düştü. Soya sütü çapraz reaksiyon riskine takıldı, pirinç sütü hiçbir besin değeri içermedi derken nihayetinde badem sütünde karar kıldım. Eğer çocuğunuzun bademe de alerjisi var ise (ki badem en az fıstık ve ceviz kadar alerjendir) yazının buradan sonrasını dikkate almayın. 
Bu saydığım çeşit çeşit sütlerin tümü ithal ürün satan bazı marketlerde bulunuyor. Ancak ben ev yapımı olan en makbulüdür mantığı ile araştırma yapıp deneme-yanılma yöntemi ile kendi sütümüzü elde ettim. Tarifini aşağıda vereceğim badem sütünün lezzeti Ela'ya hiç cazip gelmese de benim gibi sütü hiç sevmeyen ve içmeyen biri için güzel. Bununla birlikte badem sütü gerçek bir kalsiyum deposu. 1 bardak badem sütünün günlük kalsiyum ihtiyacının yüzde 30’unu karşıladığı söyleniyor. Badem E vitamini yönünden de zengin olduğu için, 1 bardak badem sütü günlük ihtiyaç duyulan E vitamininin yüzde 125’ini karşılarken bu oran inek sütünde yüzde 50'de kalıyor. 
Badem sütü, inek sütüne eş değer görüntüsü ve rengi ile Ela'nın, inek sütüne yakın besin değeri ve kolay yapımı ile de benim kalbimde taht kurdu. Lezzeti Ela'yı cezbetmemiş olsa da "ben de süt içeceğim" dediğinde badem sütünü çıkarıp gönül rahatlığı ile önüne koyabilmek pahabiçilemez!

Gelelim nasıl yapıldığına; 1 su bardağı çiğ badem (kavrulmamış ve tuzsuz) geceden suya konulur. Sabah bir mikser içerisine -kabukları soyulmadan- süzülen bademler ve 2 bardak su eklenir. İyice karıştırılır. Oluşan badem sütü süzgeçten geçirilerek tortusundan ayrıştırılır ve kullanıma hazır hale gelir. Bu şekli ile kapalı bir sürahi ya da kavanozda buzdolabında 3 güne kadar saklayabilirsiniz. Geriye kalan badem tortusunu atmamanızı ve dondurucuda saklamanızı şiddetle tavsiye ederim. Bu badem tortusu/unu ileride çocuğunuz için kek veya kurabiye yapımında kullanılabilir. Nasıl olduğunu ise takip eden yazılarımda anlatacağım.


Elde ettiğiniz badem sütü ile birlikte yaratıcılığınızı da kullanarak artık çocuğunuza sütlü tatlılar, dondurma, çikolata hatta bazı vegan sitelerinde bulabileceğiniz tarifler ile mayalayarak yoğurt ve peynir bile yapabilirsiniz. Yaşasın badem sütü! :)
 

28 Ağustos 2013 Çarşamba

30'un Muhasebesi

Bugün benim doğumgünüm. Bir zamanlar duyduğumda "oooo koca adam/kadın" dediğim yaştayım. Artık 30 yaşında oldum! 30 sene ne kadar da çabuk ve dolu dolu geçti. Dün gece düşündüm de hayatımın şu anda en büyük odak noktası olan Ela bu sürenin sadece yüzde 10'unu kaplıyor. Canım eşim Okan ise yüzde 33. Şu veya bu şekilde hayatımda var olan herkes için bu hesaplamayı yapabilirim. Hesap gerektirmeyecek, en başından beri yanımda olan kişiler ise; annem, babam ve ablam. Anne ve babanın kişinin hayatındaki yeri ve önemi tartışmasız çok büyüktür. Kardeş ise bence anne ve babanın bir çocuğa verebileceği en değerli hediyedir. Bu kısım nice anlaşamayan kardeşler için tartışmaya açık bir konu olabilir. Çok şükür ki benim için kardeş can'dır! Bir kız çocuğu olarak Ela'nın da kız kardeş, sırdaş, arkadaş duygusunu tatmasını çok istemem ile birlikte başta alerji konusu olmak üzere türlü çekincelerim nedeniyle bu düşüncemi süresiz askıya almış bulunuyorum.
Benim için kardeşim en iyi dostlarımdan biridir. İyi ve kötü çekincesiz herşeyimi paylaşabileceğim, herkes gitse bir onun kalacağını bildiğim canımdan bir parça... Etle tırnak derler ya, işte tam da öyle. Bugün kardeşim bana bir mektup yazdı, şimdiye kadar aldığım en güzel ve anlamlı doğumgünü hediyesi... Tek kelimesine dokunmadan paylaşıyorum ve tekrar çok teşekkür ediyorum :)
İyi ki böyle pozitif düşünceli, hayattan keyif almasını bilen ve mutlu bir aileye sahibim. Sizinle her türlü zorluk ve hatta bu alerji bile bana/bize vız gelir! Bugünkü blog yazısı ablamdan :)

"Hey dostum ! Benim gibi analitik bir insanın takdir edersin ki yazı dili , kalemi pek kuvvetli değildir.Ama içimden sana birşeyler yazmak geldi ,böyle olsun istedim idare ediver işte..  Bugün sen hayatımıza gireli 30 yıl olmuş, ne kadar da çabuk geçmiş zaman ....Seninle ne kadar da güzel geçmiş zaman.. Hatırlıyorum da küçükken ne kadar saçma sapan şeyler için tartışıyorduk, didişip kavga ediyorduk. Ama sen hep böyleydin o zamandan belliydi yani böyle olacağın. Sakin, mantıklı, her zaman olgun ama bir okadar da çocuk ve neşeli... Hep düşünmüşümdür acaba küçükken yaşadığın hastalıklar ve hepimizi derinden etkileyen hepimizde ayrı anılar bırakan 2 göz ameliyatı şimdiki Nihal olman için etken miydi? Belki evet belki hayır bilemiyorum ama ben bu Nihal’i SEVİYORUM  Liseye kadar sessiz, sakin, içine kapanık, özellikle annemin ağzından bir laf almak için atmadığı takla kalmayan bir çocukken Liseye başladığında tam anlamıyla değişen dışa dönük ,aktif ,neşeli ,girişken biri olman bizi acayip mutlu etmişti. Hatırlarmısın “Bir İstanbul Masalı “ diye bir dizi vardı ve o dizideki kızın inanılmaz bir değişimi vardı.Biz o diziyi sen liseye başladığında bizzat yaşamıştık.Sevdiklerimin olmaması ihtimali ve bunun korkusunu ilk 1999 depremi olduğunda yaşamıştım ve bu henim gibi hep kötüyü düşünen biri için çok korkunç olmuştu.Nasıl yapacağımı bilemediğim halde hepimizi koruma içgüdüm artmıştı...Bu korku benim için hala kabul edilmez bir şekilde var. Zaman ilerledi ve 2001 de evlendim.Benim gibi inanılmaz sulugöz birinin böyle bir seramonide ağlamaması ihtimali tabii ki düşünülemezdi. Sizlerden ayrılmak işte bu çok kötüydü...Ama senin gibi hep duygularını saklayan birinin ,dik duran birinin o gün ağlaması benim için vay be Nihal ‘de ağlıyabiliyormuş ve en önemlisi vay be Nihal’de beni benim onu sevdiğim kadar seviyormuş  olmuştu. Hele bir görüntü varki hala gözümün önünde ve beni bitirmişti ; babam ve senin birbirinize sarılmış apartmanın kapısında ağlıyor olmanız.Hızla ilerleyen zaman beni anne olmaya ittiğinde senin duygusal yönünü birkez daha gördüm...Hastanede koşturan Nihal ve görgü tanıklarının dediğine göre o günü kameraya çekerken durmadan ağlayan ağlarken sesi kamerada çıkmasın diye kendisini sıkan bir NİHAL ....Evet ikimizde hızla büyüyorduk ben anne sen de teyze olmuştun...Zaman harala gürele giderken bence biz daha da bağlanmıştık birbirimize , sence ? Senin evlendiğin ve anne olduğun günlerde ise ağlama sırasında yine tabii ki ilk sırada sulugöz ben vardım.Bir gelinin ve ailesinin en çok eğlenebileceği bir düğündü seninki; senin neşen , enerjin herkesi bir anda değiştirdi.Bir anda Bremen Mızıkacıları oluverdik! Hayatı boyunca her gördüğü bebeği sevmeyen ben , kızım saçlı olsun kel bebek sevmiyorum diyen ben, sayende teyze oldum  (bu arada teyzelik gerçekten çok güzel bir duyguymuş) tabii ki yine çooookkk ağladım ... kızım kadar çok sevdiğim ELA’m oldu hemde KEL oldu! Sen beni yine olmaz , yapmam dediklerimi yıkarak şaşırttın .... Ayyy şöyle bir baktımda yazdıklarıma ne çok ağlamışım yazarken bile gözlerimin sulandığını düşünürsen bu halimi çok da sevmiyorum ve bu yüzden senin gibi olamadığım için gıcık oluyorum .... Benim gözümde sen hep sevinci , üzüntünü , endişeni ,korkunu yani iyi kötü herşeyini çok iyi gizleyebiliyorsun.İnşallah İrem sana çekmiştir.. Senin evlenmen , anne olman , büyümüş olman hala garip geliyor bana sen benim için hep küçüksün,hep o renkli gözlükleri takan , bazen kahküllü bazen dolmalı saçlı ,küçük parmağında tırnağına doğru izi olan küçük kardeşimsin... Seninle hayat tabii ki hep toz pembe değildi .Mutlaka sana kızdığım ,senin bana kızdığın vb günlerimiz oldu ama biz hep beraberdik , hep birbirimizden haberdardık , 7 yaş farka rağmen aynı frekansta buluşabilen kişilerdik ( hahahaa bu yüzden bizi kıskananlar var bunu hissediyorum hatta eminim ) böyle de devam edeceğimize inanıyorum... Eminim ki çok toparlayamadım bu yazıyı , hem çalışmak hem yazmak ,hem ağlamamak için uğraşmak ,hem ne yazacağını bulmak zor gerçekten ....çok akıcı , anlaşılır olmayıp ,daldan dala atlayan bir yazı olsa da neler demek istediğimi anlatabilmişimdir umarım. Geçen blog yazında dediğin gibi insanın ne kadar çok sıfatı var “BEN” olmasının dışında.. İşte sende benim için sıfatı bol olan kişilerden birisin .... Kardeşim , Can Dostum , Arkadaşım , Sırdaşım aslında Herşeyim ... İyi ki doğdun , İyi ki varsın , İyi ki yanımdasın , İyi ki aynı ailedeyiz , İyi kardeşimsin , İyi ki SENSİN NİCE MUTLU SENELERE ....."

27 Ağustos 2013 Salı

Acil Durumda Camı Kırınız!


Bir çocuk büyütmek çok büyük bir sorumluluk ve iş. Ela doğduktan sonra, niyetim onunla beraber büyümek olduğu için, işi bırakma kararı almıştım. İnsan Kaynakları alanında çalışmış olmamın getirdiği alışkanlıktan olsa gerek çocuk büyütmeyi bir iş, işin pozisyonunu da insan yetiştirici olarak hayal ederim zaman zaman. Düşününce aslında benzer yönleri oldukça fazla. Bir kere işvereniniz; çocuğunuzun ta kendisi. Mesai saatleri; biraz acımasız olmakla birlikte çoğunlukla 7/24. Ayrıca home office :) Özellikle birinci yaşı süresince gittiğiniz aylık doktor kontrolleri ise performans görüşmeleriniz; boyu kaç cm uzamış, kaç gr almış, agucuk demeye başlamış mı, ilk dişi patlamış mı, oturmuş mu, kalkmış mı, vs... Ücretiniz; sağlığının, gelişiminin yolunda olduğunu görüp için için dediğiniz her "ohhh be, şükürler olsun!". Bonus ödemeniz; ayaklandığında koşup sarılması, durduk yere öpmesi, dili çözüldüğünde de "seni çooook seviyorum" demesi. En güzel kısmı ise yüksek iş tatmini! Başınıza gelebilecek her türlü olumsuzluğa rağmen sihirli bir şekilde motivasyonunuzu, işe ve işverene olan bağlılığınızı asla yitirmemeniz. İşi bırakma kararımdan, istifa ettiğim günden beri hiç bir pişmanlık duymadım. Bunda Ela ile hergün eğleniyor ve öğreniyor olmamın yanı sıra geçirdiğimiz ilk alerji atağının da payı var diye düşünürüm hep.



Alerji atağı ya da alerjik reaksiyon; bağışıklık sisteminin bir tepkisidir. Vücut bir yiyeceğin bileşenlerinden birini, çoğunlukla da hayvansal proteini, zararlı bir madde olarak algılar ve ona karşı savaş açıp savunmaya geçer. Bu savaşı verirken vücudun gösterdiği reaksiyonlar hafiften şiddetliye kadar değişkenlik gösterebilir.


En ciddi reaksiyon biçimi, bizim de ne yazık ki dört defa yaşadığımız anafilaksidir. Anafilaksi, aniden ortaya çıkan, vücudu çok etkileyen, kısa sürede ölümle de sonuçlanabilen, şiddetli antijen-antikor tepkimesidir. Kişinin duyarlı olduğu maddeyle (buna alerjen deniliyor) karşılaşması nedeniyle ortaya çıkan anaflaksinin kısa sürede oluşturduğu şiddetli belirti ve bulgulara da anaflaktik şok denilmektedir.
Burada bir parantez açarak belirtmek isterim ki; adını sıkça duyduğunuz "besin duyarlılığı" besin alerjisinden tamamen farklı olarak, söz konusu besin maddesine karşı sindirim sisteminin verdiği bir tepkidir ve hayati tehlikesi yoktur. Ela'nın bugüne kadar geçirdiği alerjik reaksiyonlar, seyri ve şiddeti gözönüne alındığında doktorları tarafından da anaflaktik şok olarak tanımlandı.

Her besin alerjisi olan çocuğun bu riski taşıdığını söylemek doğru olmaz. Çünkü vücudun alerjen maddeye verdiği tepki kişiden kişiye değişkenlik gösterebiliyor. Kimi çocuklar süt içtiklerinde ya da süte temas ettiklerinde ciltte kızarma, döküntü, kusma, ishal gibi belirtiler gösterirken, vücudunun reaksiyonu daha şiddetli olan çocuklarda bu tepki solunum yollarında daralma ve solunumda güçlük, şiddetli kaşıntı, bayılma ve şuur kaybı olabiliyor.



Biz ne yazık ki dört vakamızda da ikinci grupta yer aldık. Böyle bir tablo ile karşılaştığında ebeveynlerin yapması gereken ilk şey soğukkanlı kalarak doğru durum değerlendirmesi yapmak, zamanı doğru kullanmak ve hemen en yakın sağlık kurumunun acil servisine başvurmak olmalı. Anaflaktik şok riski taşıyan alerjik çocuk sahibi ailelerin mutlaka ve her zaman yanlarında adrenalin içeren epinefrin otoenjektörü taşımaları gerekmektedir. Bu ilacı anaflaksi gelişmesi halinde çocuğa enjekte etmeniz hayat kurtarıcı bir yöntemdir ve çocuğu acil servise götürene kadar size 15-20 dakikalık bir süre sağlayabilir. Zaman çok ama çok önemlidir çünkü anaflaksi çok hızlı ve çok şiddetli gelişir.

Daha iyi anlatmak için Ela'nın geçen hafta yaşadığı alerji atağını ve yaptıklarımızı çok kısa özetleyeceğim.
Ela bir akşam arkadaşının oyuncağını almış oynarken gözünü, burnunu kaşınmaya başladı. Muhtemelen oynadığı oyuncak üzerine alerjisi olduğu besin maddelerinden birisi bulaşmıştı. Kaşıntıyı şiddetli hapşırma, hapşırmayı daha da şiddetli kazırcasına kaşınma takip etti. Saniyeler içerisinde tüm yüzü minik sivilceler şeklinde döktü. Nihayetinde de göz altları, göz kapakları ve burnu şişti. Tüm bu anlattıklarım yaklaşık 2-3 dakika içerisinde oldu. Evden çıkıp acil servise ulaştığımızda (tam 4 dakika sürdü) Ela'nın şişme nedeniyle gözlerinin çizgi haline gelip neredeyse kapandığını söylersem anafilaksinin seyir şiddeti ve hızını iyice vurgulamış olurum sanırım. Önceden olasılık hesaplaması ve plan yapmanın böyle bir acil durumda çok zaman kazandırdığını söylemeliyim. Dolayısıyla böyle bir alerjik risk taşıyan çocuğunuz varsa lütfen acil durumda yapılacakları düşünün ve planlayın. Ben gerek hastaneye çok çok yakında olduğumuz için gerekse reaksiyonu en başından takip edip seyiri tahmin etme şansımız olduğu için epinefrin otoenjektörünü kullanmama kararı verdim. Eğer durum daha farklı olsaydı seyirin hızını gözönüne alarak enjeksiyonu yapmak gerekebilirdi.
Acile başvurduğunuzda konunun alerjik olduğunu hızla belirtin. Sizi hemen müdahale odasına alacaklardır, acil doktoru solunum vs bakımından değerlendirmeyi yaparken size sorular yöneltebilir. Soğukkanlılıkla ve hızla net ve kısaca olanları ve alerjik öykünüzü anlatmanız oldukça yardımcı olacaktır. Çocuğunuzun kilosuna uygun miktarda adrenalin ve kortizon iğneleri hazırlanarak kaba etine enjekte edilir ve bu ilaçlar alerjik reaksiyonu hızla baskılayarak durduracaktır. Doktor ise en az 1 saat süre ile sizi müşahede altında tutmak isteyebilir ve bu süre zarfında ara ara solunum kontrolü yapmak isteyebilir.
Herşey yolunda gittiği takdirde gönül rahatlığı, şükür duaları ve sayısız endişe ile evinize dönebilirsiniz. Ertesi gün ise neden oldu, neyi daha iyi yapabilirdim, neyi atladım diye düşünürsünüz. Takip eden yazılarımda Ela'nın anafilaksi nedenlerini, benim dikkat etiklerimi, gözümden kaçanları ve tahmin ettiğim sebepleri detaylı olarak paylaşacağım.
Aynı dertten muzdarip olduğum annelere not: besin alerjisi; tedavisi sadece o besinden uzak durmak olan vücudun bağışıklık sistemi ile zamanla yendiği çok yüksek ihtimalle gelip geçecek bir hastalıktır. Ela'nın alerjisinin de bir zaman geçeceğini biliyorum, sadece zamanını bilemiyorum. Sabrınızı ve umudunuzu kaybetmeyin :)

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Besin Alerjisine Giriş 101 :)


Parkta, sokakta karşılaştığınız sevimli bir çocuğa ikram ettiğiniz gofret ya da bir yakınınızın evine giderken küçük ev sahibine götürdüğünüz şekerlemeler aslında onlar için büyük bir tehlike yaratabilir. Anneye danışılmadan çocuklara yapılan bu gibi minik ikramların, eğer yemek saati öncesi ise, anneler tarafından hoş karşılanmadığı bir gerçektir. Esas dikkatinizi çekmek istediğim nokta ise, bu gibi ikramların çocuk üzerinde hayati tehlike yaratma riski olduğudur. Nasıl mı? Besin Alerjisi sayesinde…
İnsanoğlu doğumundan itibaren sürekli olarak yeni durumlara adapte olur ve öğrenir. Yaşamın sürdürülmesi için gerekli olan beslenme dahi öğrenilen bir faaliyettir. Annelerin beslenmeyi öğretme süreci bebeğin anne sütü ile tanıştırılmasından başlar ve katı gıdalara geçiş ile zor ve çetrefilli bir yola girer. Bu dönemlerinde çoğu bebek, yeni ve muhtemelen çok besleyici bir gıdayı ısrarla reddedebilir ve hatta olmadık yerlere püskürtüp savurabilir.
Tam da bu noktada "gel sen ne çektiğimi bir de bana sor" diye mırıldanan anneler; eğer besin alerjisi ile tanışmadıysanız ve hatta ilk defa duyuyorsanız hala kendinizi çok şanslı sayabilirsiniz! 

Bebeklik dönemi besin alerjisi diye de adlandırılan durum, vücudun belli besinler içerisindeki birtakım enzimlere karşı tölorans gösterememesi neticesinde ortaya çıkan hafif, orta ya da şiddetli reaksiyondur. Dünya ortalamasına bakıldığı zaman, bu reaksiyonlar en sık inek sütü, yumurta, buğday, deniz mahsulleri ve kuruyemişler gibi besinlere karşı gelişmekte olup bu besinlere karşı alerjisi var olan çocukların alerjileri de büyük çoğunlukla 3 yaş civarında vücudun bağışıklık kazanması ile kendiliğinden geçmektedir. Deniz mahsullerine ve kuruyemişlere karşı olan alerjilerin ise ömür boyu devam etmesi ihtimali bulunmaktadır. Ülkemizde de besin alerjisi vakaları günden güne artmakta ancak ne yazık ki bireylerin bu konudaki bilinç ve farkındalığı aynı oranda ve hızda artış göstermemektedir.
Günümüzde bebeği besin alerjisine maruz olan pek çok anne var ve ben de onlardan biriyim. Biz besin alerjisi kavramı ile ilk defa Ela 4 aylıkken kilo alımı azalmış, neredeyse durma noktasına gelmişken tanıştık. Sonrasında kan ve deri tahlilleri, anne sütünden geçmesi muhtemel alerjenlere karşı bana verilen oldukça katı inek sütü ve yumurta diyetleri hayatımıza girdi. Yapılan bir dolu tetkik ve muayeneler neticesinde doktorları Ela’nın herhangi bir besine karşı alerjisi olmadığına kanaat getirdi. Burada yeni annelere önemli bir not; 1 yaşından önce yapılan alerji testleri maalesef çok doğru sonuçlar veremeyebilir ve yanıltıcı olabilir. Bu nedenle katı gıdalara geçiş sürecinde bebeğe ilk defa yedirilecek olan her gıda çok ama çok az miktarda -1 çay kaşığı gibi- verilmeli ve sonrasında bebek gözlemlenmelidir.
Biz alerji testlerinin yanıltıcı olabileceğini ne yazık ki kötü bir tecrübe yaşayarak öğrendik. Ela’nın hazır sütlü pirinçli mamadan 2 tatlı kaşığı yedikten sonra nefes alamaz hale gelmesi, sonrasında onu hastaneye kaldırmamız ve kendisine ‘inek sütü alerjisi’ teşhisi konulması toplamda yarım saat sürdü. Annelere ikinci önemli not; besin alerjisi reaksiyonu çok değişik şekillerde ve çok hızlı gelişebiliyor, örneğin; kusma, ishal, döküntü, boğazda hırıltı ve solunum yollarında tıkanma gibi. Solunum yolu ile ilgili bir reaksiyon ile karşılaşılırsa hiç vakit kaybetmeden hastaneye gidilmesi gerekiyor. Çocukta şiddetli reaksiyon görülmesi durumunda aileye sürekli yanlarında taşımaları için oto enjektörlü adrenalin iğnesi reçete edilebiliyor. Benzer hastaneye kaldırılma senaryosunu, içerisine irmik katarak hazırladığım sebze püresi ile tekrar yaşayınca Ela’nın alerji teşhisi ‘çoklu besin alerjisi’ne terfi etti. Bugün geldiğimiz noktada Ela 2,5 yaşında ve 5,5 aylıktan beri; inek sütü, buğday, yumurta, fındık, fıstık ve cevize hatta bu gıdaların türevlerine ve içlerinde bulundukları diğer tüm gıdalara karşı alerjisi var.
İlk başlarda 'Eyvah! Bu çocuk ne yiyecek? Nasıl beslenip büyüyecek?' korkumuz ve aklımıza gelen her gıda için ‘Acaba buna karşı da alerjisi var  mıdır?’ endişelerimiz oldukça fazla hatta paranoyaklık seviyesindeydi. Çoklu besin alerjisi tüm aile üyeleri için koskoca bir bilinmez iken geçtiğimiz zaman içerisinde biz alerji ile alerji de bizimle yaşamayı öğrendi diyebiliriz. Ela’yı neredeyse ana besin kaynaklarının tümünden (özellikle hayvansal protein) uzak tutup, hem de fiziksel gelişimini olumsuz etkilemeden nasıl sağlıklı besleyebileceğimizi tam anlamıyla yaşayarak öğrendik. 
Besin alerjisi ile yaşam sürdürmek hem çocuklar hem de ebeveynler için oldukça zor bir süreç, ancak imkânsız değil. Benim bu süreçte Ela için bulduğum yeme-içme çözümlerini tarifleri ile yayınlayacağım.
Annelere üçüncü ve son önemli not; çocuğunuza konulan besin alerjisi teşhisi kulağa ne kadar can sıkıcı gelse de moral, motivasyon ve yaratıcılığınızdan asla ödün vermeyin. Bu zorlu ve kısıtlayıcı sürecin bebeğinizin beslenme alışkanlıkları için bazı faydalı yönleri de olabileceğine ve en önemlisi ne kadar süreceğini hiç bilemediğimiz ama nihayetinde sona erecek olan bir dönem olduğuna inancınızı kaybetmeyin. Rahatlıkla söyleyebilirim ki, var olan endişelerime rağmen Ela neredeyse tüm kontrollerinde boy ve kilo grafiğinde genelde ortalamanın üzerinde seyretti. Normalden biraz daha fazla çaba sarf ederek besin alerjisi olan miniklerin beğenisine sunabileceğimiz farklı alternatiflerle sağlıklı ve de keyifli olmamaları için hiçbir neden yok.

Deneme 1-2

Merhaba :)

Ben Nihal. Öncelikle Filiz ve Cemal'in ikinci kızı, Nergis'in kız kardeşi, kimilerinin dostu, Okan'ın eşi ve nihayetinde 10.10.2010 itibariyle Ela'nın annesi...

Düşününce insanın ne kadar fazla sıfatı var şu hayatta!
Tüm bunlar içerisinde yükü en ağır, sorumluluğu tepe noktada ve keyfi muazzam olan hangisi diye sorsam hiç şüphesiz "annelik" diyecektir bu tecrübeyi tatmış olanlar.

Benim henüz 3 senelik olan annelik tecrübemde de her annenin yaşadığı kadar keyifli ve zor zamanlar oldu. Bu noktada hikayemi çok ilginç kılacak bir durum yok aslında. Tümü ile olmasa da birçok anne ile ayrıştığımız nokta ise, bu 3 sene içerisinde tanışıp kaynaştığımız "besin alerjisi" konusu.

Besin alerjisi, ilk duyduğunuzda çok üzerinde durmayacağınız, hatta 'aaa biliyorum teyzemin kızı da çilek yediğinde cildi kızamık gibi dökerdi' şeklinde hafife alabileceğiniz bir kavram. Ancak mecbur kalır da konunun içerisine girerseniz aslında ne kadar tehlikeli ve ucu bucağı görünmeyen bir bilinmezler denizi olduğunu anlayabilirsiniz.

Bu konuda yaptığım araştırmalarda ciddi anlamda kaynak sıkıntısı çekerken yaşadığım deneyimleri ve kendimce bulduğum çözümleri ileride bir blog aracılığıyla insanlarla paylaşmayı hep düşünmüştüm. Kısmet bugüne imiş.

Amacım buradan yayınlayacaklarımın, hem çağımızın hastalığı alerji konusunda farkındalığı arttırmasına hem de benimle benzer durumda olan annelere yardımcı olması.

Uyarı: Bu blog dahilinde yayımlanan hiçbir şey uzman ya da doktor tavsiyesi değildir, hele mutlak doğru hiç değildir. Sadece ve sadece Ela ile yaşayarak öğrendiğim tecrübeleri paylaşıyor olacağım..